Londra’da yaşayan arkadaşımız Andrew’i Vampir Akademisi
setine gönderdik. Birkaç görüşme yaptık ve size her Cuma bu görüşmelerden
getireceğiz. Bugün, Lucy Fry ile başlıyoruz!
Soru: Vampir Akademisi’ni duymamış sayılı insanlar için,
karakterini tanıtır mısın?
Lucy: Lissa, vampir bir prenses. Moroi soyunun
vampirlerinden yaşayan bir vampir. Lissa’nın ailesi, 12 kraliyet ailesinden
biri. Tüm ailesi bir araba kazasında öldürüldüğünde o prenses oldu yani
kraliyet soyundan. Güzel, sevgi dolu, hassas bir kız. Ailesi göçüp gittiğinde,
hakkında konuşamayacağım bir çok olaylar olur. Ailesi onu geri kalan Moroi
vampirlerinden daha farklı kılıyor.
S: Lissa diğerlerinden farklı olduğu için, dışlanmış gibi
hissediyor mu?
Lucy: Evet. Kesinlikle herkesle ilişki kurmayı zor buluyor.
O kadar çok şey yaşadı ki, bu parçasını kayıp buluyor ve sanırım şimdi normale
dönmek onun için gerçekten çok zor.
S: Seni Lissa'ya çeken nedir? Onunla ilgili neyi bu kadar
çok sevdin de, onu canlandırman gerektiğini düşündün?
Lucy: Senaryoyu okuduğum ilk zaman ilk tepkim, Lissa ve
Rosa’nın arasındaki arkadaşlığı ve her şeye rağmen onların bunu taşıdıkları
için “Ben bunu sevdim,” oldu. Lissa’nın geçirdiği kötü zamanlar boyunca yardımı
için Rose’a güvenme şekli. Bence bu anlatılması gereken önemli bir hikaye.
S: Seçmeler ne kadar zordu? Seçilmek için ne yapman
gerekiyordu?
Lucy: Biraz tuhaftı. Avrupa'ya doğru çantamı topluyordum,
bir günlüğüne oradaydım ve Lissa seçmelerine girdim. İlk seferimde Amerikan
aksanıyla yaptım. Ve odada harika tepkiler aldım ve gerçekten heyecanlanmıştım,
sonraki iki hafta boyunca ses çıkmadı. Hayır olmadı, diye düşünüyordum. Sonra
menajerimi aradım ve bana “Evet, ilerliyorlar, herkesten bant kayıtları kabul
ediyorlar,” dedi. Ben de bir bant kaydı göndermeye ve bu kez İngiliz aksanımı
demeye karar verdim. Ve gönderdim, ertesi gün bir kafede otururken denemeler
için kabul edildiğimi söyleyen bir telefon aldım. Aynı zamanda denemenin de
neyle ilgili olduğunu bilmiyordum. Ertesi gün gittim ve aynı benim gibi gözüken
iki tane daha kız vardı ve “Vay canına, bu tüyler ürpertici,” dedim kendi
kendime. Başladık ve tüm günümüzü sahneler çekerek geçirdik ve bir gün sonra
yapımcılar, yönetmenler, yazarlar ve ekip yönetmeni ile bir öğle yemeğe gittik.
Zoey ve bana rolü kaptığımız söylendi.Resmen bir şok olmuştu. Bunun olmasını
beklemiyordum.
S:Buna alışabildin mi?
Lucy: Hayır. Belki filmi bitirdiğimizde alışacağım. Belki
sonra olacak.
Soru: Peki set nasıl? Herkesle olan atmosfer?
Lucy: Ah, gerçekten çok eğlenceli.
Soru: Özellikle Zoey. Onunla güçlü bir bağınız var.
Lucy: Evet. Zoey ve ben inanılmaz bir şekilde iyi
anlaşıyoruz. Birbirimizi çok destekliyoruz. Birisiyle gerçekten uzun zaman
geçirmek ve gece çekimleri yapmak –Gündüz 3’ten sabahın 5’ine kadar- bu seni
onunla normal hayatta bağlanamayacağın şekilde bağlıyor. Bu sadece - bu sadece
birbirini çok desteklemeyi gerektirir. Onunla çekim yapmak çok güzel. Ben
gerçekten ama gerçekten onu seviyorum.
S: Yani, sen filmde İngiliz aksanı kullanıyorsun?
Lucy: Evet.
S: Peki bu nasıl? Bu aktörlük kataloğundan seçip
yapabileceğin bir şey mi yoksa üzerinde çalışman gereken bir şey mi?
Lucy: Bunu önceden hiç yapmamıştım. Çekimlere başlamadan
önce bana çok ama çok yardımcı olan üç haftalık aksan eğitimim vardı.
Avustralya aksanından İngiliz aksanına geçmek aslında oldukça kolaydır. Tonlama
farklıdır, ama bir çok şey var. Örneğin, hiç R olmaması bizim için kolay çünkü
biz bunu kullanmıyoruz ama Amerikanlar İngiliz aksanını gerçekten zor
buluyorlar çünkü onlar R'yi söylüyorlar. Bu gerçekten tuhaf.
S:Peki ya Dominic(Christian) ile olan sahnelerin? Var mıydı,
varsa da nasıldılar? Aradaki uyum nasıldı? İnsanlar bu konuda bir şeyler duymak
için çok hevesliler.
Lucy: Ah, gerçekten mi? Gerçekten çok iyi anlaştık. Ve
sahnelerimizi çekerken çok eğlendik. Sürekli saçmalıyoruz, çok gülüyoruz ve
birbirimize şapşal suratlar yapıyoruz. Sahneler çok yoğundu ve o da kara kara
düşünüyordu. Yani bunu daha az ciddi göstermek için sahneler arasında biraz
gülmemiz gerekiyordu.
S: Son bir kaç gündür özellikle bugün, Richelle'nin
etrafındaydı. Nasıl geçti?
Lucy: Çok iyiydi. Lissa'yı nasıl yarattığı ve şimdi onun
hayat bulmuş şekilde karşısında dikilmesinin nasıl olduğu hakkında ona sorduğum
sorulara cevap alabildiğim için çok mutluyum. Bence bu onun için çok tuhaf.
Richelle, kendi zihninde Rose ve Lissa'yı yarattı ve şimdi onlara bakıyor.
Bence bu onun için inanılmaz bir şey olmalı.
S: Ne tür şeyler hakkında sorular sordun?
Lucy: Bu fikirler aklına nasıl geldi? Kitaptan film
yapılmasını görmendeki en büyük sürpriz neydi? Söylediği şeylerden biri,
kitabın filminin yapılmasının her şeyin kafasında hayal ettiğinden çok daha
mükemmel olması demek olduğuydu.Sete geliyor ve orada muhteşem kostümlerle
muhteşem sınıflar var ve onun kafasında bu basit bir okuldu ama o bu düzeyde
ele alınmasına hayret ediyordu. Hollywood’da sanırım. Onun kafasındaki bu
Hollywood resmi değildi.
S: Lissa’yı canlandırmanın en zor kısmının ne olduğunu
söylersin?
Lissa: Kesinlikle yeşil göz lensleri. Yeşil bir dünyaya
alışmak için gerçekten çok çaba gösterdim. Onları takıyorsun ve her şey biraz
daha küflenmiş gözüküyor. Oynadığım insanlarla iletişim kurmak zorlaşıyor çünkü
aramızda yeşil bir parlaklık oluyor. Her şeyi açık ve net görmek için büyük bir
dikkatle uğraşmalısın.
S: Olayların aksiyon tarafına girdin mi? Duyduğumuz eğitim…
Lucy: Hayır, ben prensesim. Tüm yaptığım nefes alıp vermek.
S: Bir şeyler kaçırıyor gibi hissediyor musun? Çünkü oldukça
havalı gözüküyor.
Lucy: Gerçekten bir aksiyon sahnesi çekmek istiyorum.
S: Favori sahneni çektin mi? Ya da favori sahneni çekecek
misiniz? Eğer öyleyse nedir, eğer söyleyebiliyorsan söyler misin?
Çeviri: fry's & Zeynep Ebrar
Kaynak: fangirlsh.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder